Şikayetname 16.Bölüm


Vatan, Halk, Yönetim
Cumhuriyet'in Mimarları    

Şikayetname 16.Bölüm

*“Tasavvuf; Kur’ân ve Sünnet’le Kemâle Ermektir” *

TASAVVUF; NEFSÂNÎ İHTİRASLARI BERTARAF ETMEKTİR.* <Ne güzel bir cümle değil mi?
<Peki, devamını geçiyoruz.>

*Bugün global kültür istîlâsı, nefsâniyeti tahrik eden reklâmlar, lüks ve israfı kamçılayan modalar, televizyon ve internetin menfî telkin ve propagandaları, müthiş bir mânevî erozyon ve kirlenmeyi beraberinde getirdi. İnsanların akıl ve gönül dünyaları hercümerç oldu. Gâye ile vâsıta birbirine karıştı. Yaşamak için yiyip içmek yerine, yiyip içip tüketmek için yaşanır oldu. Kalpler dünyanın esiri, nefisler şehevî arzuların kölesi hâline geldi. Ruhlardaki tatminsizlik, insanlığı ferdî ve ictimâî buhranlara sürükledi. En nihâyet, bütün uhrevî endişelerden uzak, âdeta âhiretsiz bir dünya anlayışı insanlara telkin edildi.*


<Tam da bugünkü hiç istemediğimiz ama değiştirmeye yetkimiz olmayan, görüş olarak hepsi değil ama bazı atfedilebilecek durumlar aynen böyle değil mi?>

*AN’da yaşama ve herşeyi akışa bırakma, bilgeliğin getireceği inanç ve teslimiyetle mümkündür. Bu hal, her an idrak ve farkındalığın yaşandığı bir başka şuur halidir. 

Gerçek BÜTÜN içinde, ZAMAN’IN, SEVGİ’yedönüştüğü AN’dır. Dolayısıyla AN’da olmak, SEVGİ olmaktır, SEVGİ olarak akmaktır. Varoluşumuzun gerçeği de böyle olmak değil mi?.*

<Biz de böyle bilirdik ama AN'LAR ÖNCE ZİYAN, SONRA ZİNDAN OLDU.>

*Bu sebeple bugün, nefis tezkiyesi ve kalp tasfiyesi demek olan tasavvufî terbiye, çok daha büyük bir ehemmiyet arz etmektedir. Çünkü tasavvuf; hamd, şükür, rızâ, zühd, istiğnâ ve kanaat eğitimidir. Esas hayatın âhiret hayatı olduğu gerçeğini idrâk ederek, gönlü dünyanın gelgeç nefsânî arzularının esaretinden kurtarmaktır.*
<bunlar da ne kadar doğru değil mi?>

*TASAVVUFTA HER ŞEY, “HİÇ”LİĞİ İDRAKTEN SONRA BAŞLAR *

Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, Abdullâh-ı Dehlevî HazretleriʼAziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri Üftâde Hazretleri,

İşte tasavvufta her şey, “hiçlik” hâlini idrâk ettikten sonra başlar.*
<genel sav bu...>

*Hakîkaten bütün Allah dostlarını zirveleştiren sır; bu tevâzû, hiçlik ve yokluk hâlidir. Bunun içindir ki ârif zâtlar; “Sen çıkınca aradan, kalır seni Yaradan!” buyurmuşlardır.*

*Ârif gönüllerde husûsî bir yeri bulunan Hallâc-ı Mansûrʼun hâlini, mânâ âleminde seyredenlerden nakledildiğine göre; onu darağacında astıkları vakit İblis yanına geldi ve:“–Bir «ene» sen dedin, bir «ene» de ben dedim. Nasıl oluyor da bu yüzden senin üzerine rahmet, benim üzerime ise lânet 
yağıyor!” diye sordu. Hallâc, İblis’e şöyle cevap verdi:

“–Sen, «Ene» demekle kendini Âdem’den üstün gördün. Kibrini ortaya koydun. Ben ise «Ene’l-Hak» dedim, kendi varlığımı Hak’ta yok ettim. (Tıpkı bir nehrin okyanusa karışınca artık nehirliğinden iz kalmaması gibi benliğimi erittim, Rabbime tam bir teslîmiyetle râm oldum.) *


<Ene'l-Hak dediğimizde Yaradanımızda kaybolmak demek oluyormuş. 
Ama biz sıradan kullar mesela böyle diyen bir insanı hemen akıl hastahanesine tıkarız. Tabii o zamanlar 'Mana Âlemi'nde olmasına izin verilenler, İblis ile konuşup ya da değişik bir 
irtibat ile iletişim yolu onlara izin verildiği için olmalı, buna dayanarak da mertebeleri yüksek ve bunun ayrıcalığıyla birçok mucizelere tanık oluyorlarmış diye düşündürüyor. Bugünkü dünya ahvalinde, o kadar yabancı geliyor ki bu sözler. Yani son durum hiç iyi durmuyor bu sözlerin eşiğinde. Sınıfta kaldılar, ihtar almalılar ve hatta tasdiknameleri verilmiş olmalıydı, değil mi?> 

<Uygulanması böyle kolay bir dine ancak bu kadar kalleşçe ihanet edilir. Dinimizi dilimize pelesenk ve her şeye alet etmekten vazgeçip,  (sözlük manası olarak): siyasal denetimin doğrudan doğruya ya da düzenli aralıklarla halkın özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimidir diye açıklanan demokrasi gibi ve kaçlarca sene  yerleşmesi için nice bedeller ödenen; üzerinde yaşayan halkların öncelik hakları olan ve bunun için bazılarının seçmekte çok da seçici davranamadıkları ya da değişik hedefleri olma ihtimali yüksek, (vatanımız için, cahil bir halk olmaktan kaynaklanan diyebiliriz artık) ve daha akıl erdiremeyeceğiiz kim bilir hangi nedenlerden onu layıkıyla hissedemediğimiz demokrasi... Sonuç olarak uçurumunun kenarına sürüklendiğimiz bu vatan bizim!>

*Benliği ortaya koymak demek olan kibir, Cehennem alâmetidir. Benliği bertaraf etmek, yani Hak’ta fânî olmak ise, «hîç»liğin ifâdesidir. Bu sebeple bana rahmet, sana ise lânet ve zillet indi.”

İşte nefsin, bu misalde olduğu gibi “sûret-i hak”tan görünen sayısız tuzakları vardır. Kendinde bir varlık hissederek 


nefsânî bir üstünlük duygusuyla “ben” diyen kimse -isterse mâneviyat yolunda hizmet eden öndeki bir mürşid olsun- yolun hakîkatinden uzaklaşmış demektir.* 


<Şeytan; varlığını Allah'a isyanı ile,  son damlası kalana dek kötülüğünü Kıyamete kadar üstümüzde sürdüreceğine göre, o hiçlik gibi bir durumu yaşamayacak demek oluyor o zaman. Ama ademoğlu ve kızı biz kullar, Rabbül-Âlemin'de kaybolurken hiçliği düşünmeliyiz... Peki, hiçler bütünü nasıl oluşturur o zaman? Manevi olarak da hiçlik bence yine söz konusu olamaz, zira bize ruhundan üfledi. Ruhlarımızı yok sayabilir miyiz? Bir bütünün parçası, bize kendi ruhundan üfleyerek verdiği emanetler değil mi ruhlarımız? Ancak mecazi anlamda Allah'ın yanında biz mutlaka aciz kullarız, sadece onun varlığını kutsayıp, emirlerine itaat ederek Kuran-ı Kerim ahlakına uygun hareket etmekten mesulüz.>

*Bilhassa günümüzde bâzı mânevî rehberlerin, kendilerine bir güç izâfe edercesine, egoist ve mağrur tavırlar içine girmeleri, temsil ettikleri yola da zehir serpmekte, bulundukları mânevî yolun nezâket ve zarâfetini de lekelemektedir. 

Hâlbuki; “Mahkeme kadıya mülk değildir.” sözünde de ifâde edildiği gibi, tasavvuf yolu, hiç kimsenin hakk-ı müktesebi değildir…*

<Günümüzde olanların, bu sözlere hiç uygun olmadığı gerçek. Çok aceleci ilerleyen kütlevi yanlışlar ve dinin oyuncak edildiği de acı bir gerçek. Ve bizler bu coğrafyada olan bitenden son derece rahatsız olmaktayız. Hele yeni edindiğim bilgilere göre tüm bunları değerlendirmenin bile gereksiz olduğuna karar verdim. Yanlışın değerlendirmesinde elde edilen sonuç,  sadece yanlış olduğudur. Acı gerçekleri öğrenmenin üzüntüsündeyim. Hile, hurda, hırsızlık, para yığma hırsları, artık pek de önemsemedikleri 
onurlarını yitirdikleri belli olan, rejimi allak bullak etme başarısı, insan hayatını hiçe sayma (bakın burada -hiçe sayma- dedim, ne feci bir durum ve bunu ifade eden iki kelime) Oradan devamla, süregelen ve giden, halkı son derece çaresiz bırakma, aptal yerine koyma, küçük bir sinyali ihbar gibi değerlendirip, yargısız infaz etme, hürriyetleri gasp etme, çeşitli cemaatler ve aralarındaki; seyretmekten utandığımız misillemeler.Siz mi Allah'ın yolundasınız?

<Biz siyasetten nefret ediyoruz zira biz çeşitli hallerde yaşayan, değişik hayatları ve merakları olan; insan gibi yaşamaya çalışan çoğunluğuz. Biz şehit kanı görmekten, analarını ağlarken seyretmekten ve bunun rutine dönüp, pek de umursanmadığını görmekten bitap düştük. Biz insanlık durağında, ancak üstünde 'Yaradana Gider' levhası olan, bu asude yola baş koymuş taşıtı bekleyen yolcular gibiyiz. İçimiz, vicdanımız rahat yaşamak ve günübirlik değişikliklerle şaşkına dönmek istemiyoruz.> 

<Çaresiz olanları seyretmekten de bitap düştük. Ama o, yani siyaset bize yapışmış gibi, üstümüzden atamıyoruz... Bir de o cemaatler ve yapılanmalarının hikayeleri. Öğrenip, duyduklarımızın aklımızdaki kıvranmaları.  Karışmış, özünden gittikçe çıkan bir vatan, sersemlemiş, hatta buna zorlanmış halk, kurumlarda atıllık, yetkileri kötüye kullanma, adaletin çöküşü, aslında haklarının teslim edilmesi gerekirken; halktan üstüne bin bir türlü yoldan kaynak arayışı. Vatanın her bir doğal, hatta bakir 
yerlerini özenle seçerek; deşip, kesip yıkıp biçerek rant elde etmek, bunca oyun... Bize düşense sadece sessizlik... >

<En yüksek mevkide olanların da,(sıradan demekle haksızlık edilen)en fakir-fukara, garip -gurabanın da; yaşamak için gerekli ihtiyaçları üç aşağı beş yukarı aynı olduğu halde; üstlerde milyarlar, lira gibi duyumsatılırken ve yetmeyip hâlâ kaynak aranırken, geçmişi şerefli kocaman bir ülkenin vatandaşlarının, onurları yerle bir edilerek, eğer bir kenarda hayatta kalabilirlerse de rahat yaşamalarını geçtik, midelerine kadar uzanan eller, bir Müslüman ülkede olacak şeyler midir? 
Bir inandıklarımız ve bir de Müslümanlığın uyulması gerekenleri. Ardından olan bitene baktığımızda dehşeti göremeyenlerdensek eğer bizler ahmaklarız. Başka açıklaması yok. Sıhhatlerimizin alarm vermesine kadar dayanmak ve daha has dualarla Allah'a ulaşmak zorundayız.

Aslında 'hiçlik' idi bugün işlemek istediğim ve epeycedir üstünde düşündüğüm konu. Düşünmekle yetinmedim. Arayışa girdim. Artık bundan sonraki bölümde nasipse. 

Vicdan azabı yaşamayacağımız hayatlarımız olması ve vatanımızda huzurlu günler görmek dileğimle.

Tırnak içindekiler benim yorumlarım, yıldız arasındakiler alıntıdır.

http://www.islamveihsan.com/   Yorumlarımın dışındakiler Alıntıdır


Ece EVREN 11.11.17

16 yorum:

  1. ara sıra her canlının manevi bir desteğe ihtiyacı var..bu açıdan güzel bir manevi destek yazısı olmuş..kaleminize sağlık.. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sağ ol Ertuğrul. Tam toparlayamadım ama birazcık da olsa içimi soğuttum.

      Sil
  2. Huzurlu günlere ne kadar ihtiyacımız var, ekmek gibi, su gibi. Aminnnn ablacığım.
    Şeytan gerçekten var mı? Allah gerçekten şeytanla böyle şeyler konuştu mu? Peki bir Allah varsa niye - mesela geçen gün gördüm aç kalan ayılar bir atı bulup iskelet haline gelene kadar yemelerine müsaade ediyor? Ya da bir aslanın ceylanı yemesine? Güçlünün güçsüzü yemesine? Valla bilemiyorum şeytan da bence insanın ta kendisi. Altı aylık bebeğe hallenene şeytan demeyip ne diyeceğim? Ya da öz bacısına, öz kızına? Ben bu dünyadan yoruldum ablacığım.
    Emeklerine sağlık. Sevgilerimle.:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de dünyadan ve bu arsız, soysuz, ahlaksız insanlardan ve yaptıklarından bittim Müjde'm, gerçekten diplerdeyim. Artık aklım, hafsalam almaz oldu. İnsan, tutunacak bir dal, inanmak için bahaneler arıyor, zira olamaz böyle iğrenç durumlar ama oluyor, hayvanlar hayvanları, insanlar hayvanları yiyip, tecavüz edip, yetmemiş gibi, çocuklara da en iğrenç şekilde yaklaşmaya devam ediyorlar. Dünya ağlasın bence.
      Kopsun kıyamet, en azından acı çekenler kurtulsun. Diğer meselede, yani tüm bunların açıklamasında alacaklıyız. O kadar merak ediyorum ki, rezilliklerin önüne geçmiyorsa Rabbim, bizim büyük bir açıklama alacağımız var. Bu gördüklerimizin bir sanrı olmasını yeğliyorum.

      Boşuna yaşadık mı diyeceğiz ve benim son günlerde kafama takılan, çocuklarımı ölünce görür müyüm? Zira yarım kaldım ben.
      Belki bir mucize olur aniden ve her şey düzelir. Ama pisi pisine gidenler?
      Teşekkürler canım. Sevgiyle kucaklıyorum.

      Sil
  3. Çok önemli bir konu. Hakikaten yemek için yaşayan insanlar haline geldik. Etrafımızda her şey nefsimize yönelik. Daha doğrusu nefsi etkilemek daha kolay olduğu için o minvalde hazırlanıyorlar: reklamlar, filmler vs.. Ama insanın kendini bulması için 'hiçlik' lazım.
    Teşekkürler..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler Arif kardeşim. Hiçlik o manada bence de. İyice vakıf olmak istiyorum o konuya. Ancak bazı soruların cevaplarını bulacağım belki o zaman.

      Sil
  4. hımmm hiç bilmediğim bişi hımm okusam da ağır geldi yaniii türkçesini özetlesenee :)

    YanıtlaSil
  5. Ya deep'cim, Ene'l-Hak demek, Arapça "Ben Hakk'ım" yani Hakk: Allah demek. Ama O benim içimde, varlığımın içinde demek ister, mecazi anlam içeriyor Ene'l-Hak.
    Ben Allah'ım derse biri, öyle sanıyorsa kendini, tabii ki hastadır.
    "bâzı mânevî rehberlerin" diye yazdığı, yani hacılar, hocalar, vaizler ya da fikirlerine uymayan din alimlerinden bahis edilenler... Anlatılarak verilmek istenen Müslümanlığın isterlerini, gereklerini, en anlaşılmaz ve anlatılmaz hâle getirip, sahte inançlar yarattılar, şimdiki Müslümanız diye geçinenler, mala, paraya ve yetkinin gücüne tapıyorlar. Ve sadece büyüklenip, her normal bildiğimiz ve medenice yapılan her şeyi kınama aracı hâline getirdiler hepsi...Gösteri hâline döndü namaz niyaz.

    "Mahkeme kadıya mülk değildir" demek, hakimin işi adaleti uygulamaktır, mülk burada tamamı anlamında. Kadının (hakimin) görevi sadece yargıyı hak ihlali yapmadan uygulamaktır demek. Hani tıpkı bu günlerdeki gibi (kahkaha emojisi olacak burada) Adaletin sahibi Allah'tır, 99 adından biri: Allah'ın ismi olarak Adl, 'çok âdil' demek, hakkımızı mahşerde teslim edecek ama iyi ama kötü, yaptığımız işlere göre.

    Tasavvuf yolu: Allah’a en yakın yola baş koymak. Bunun için de, çok emek vermek gerekiyor ve "Tasavvuf yolu kimsenin hakk-ı müktesebi değildir." demiş, ben buraya takıldım ve bunun büyük söz olduğunu düşünüyorum, kabul etmedim anladığım şekliyle yani... Hiçlik konusu da çok ilginç, Allah'ın yanında hiç olmak, onda kaybolmak dese, okey derim ama hiç değiliz ki biz...
    İlk paragraftaki alıntı (yıldız içindeki) medeniyetin insanı kötü hâle düşürdüğünden söz ediyor. Ama çocuk tacizleri, kadın cinayetleri, hırsızlıklar, Cumhuriyet düşmanlığı, uygulanan ve sonunda çocuklarımızın üzerinde denemeleri yapılacak dini eğitimler; bunlar mubah:(yapılmasında din yönünden herhangi bir sakınca bulunmayan)onlara göre ve amaçlanan şeriat, başka bir şey değil... Laikliği geçtik, zaten istemiyorlar, bari şu yazılanlara uygun hareket etseler, yüreğimiz gam yemeyecek.
    Dalga geçtim deep. Tırnak aralarında malum idarenin!, dinin vecibelerine bile uymadıklarını anlatmak istedim. Hani Müslümanız ya...
    O yıldız aralarındaki alıntılar; aslında çok kolay olan inancımızı, çok uzun ve süslü bir yoldan anlatarak, ancak anlamayı zorlaştırıyorlar. Zaten amaç şeriat, başka bir şey değil. Allah korusun dilerim. Tepkili bir yazımdı. Ben de googledan arattım bazılarını. Arapça'nın meali çok riskli zaten. Bye deepcim.

    YanıtlaSil
  6. heeey tişkirler bu sevimli açıklama içiiin :)

    YanıtlaSil
  7. Acaba ben bir beceriksizlik yapmış olabilir miyim, bir yorum yazdım ama ulaşmadı mı sevgili Ece?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bayağı inceledim canım ama göremedim. Üzüldüm şimdi... Ne yazmıştın, merak da ettim. Fakat ben bloğumda bugün, bir yoruma cevap yazmakta çok zorlandım. Error verdi hep. Bir kontrol etmesini rica edeceğim ilgilenen oğlumdan. Sevgiler canım. İnan üzüldüm bak şimdi.

      Sil
    2. Kesinlikle ben becerememişim yorumu kayıt etmeyi.. :) Üzülme, ben yaparım yeni yorum :)

      Herşey gelip hiç' lik duygusuna dayanıyor. Bu dünyada herşey ve hiçbirşey olmayı öğrenmiş insanlara ihtiyacımız var. Gerektiği kadar kullanılması, ruha ve hayata iyi gelen bir düşünce tarzı. Eğer herkes kalbinin kapılarını açık tutup, duyularına güvense, vaaz verecek insanlara da gerek olmaz. Okumak, öğrenmek ve kalp temizliği bence birincil ilke "herşeyde".

      Sil
  8. Tamamıyla katılıyorum. Son nefesimize kadar ne öğreneceklerimiz biter ne de tam olgunlaşırız. En makbul vaiz, kendimizi yetiştirmeye başlayıp ve ta ki olmaya yaklaştığımıza inanınca, vicdanımızın fonundaki iç sesimizdir diye düşündüm.

    Hiçlik O büyük gücün içinde kaybolmaktır. Var olmanın ta kendisidir. Tevazu şarttır, insan olmanın gerekliliklerinde. Bilgileri kucaklayıp, yeni bir -ben- inşa etmektir.
    Yeniden yorum yapma inceliğin için çok teşekkürler arkadaşım. Sevgiyle kucaklıyor, öpüyorum seni.

    YanıtlaSil
  9. Merhabalar.
    Sizin şikayetnamelerinizin takipçisi oldum. Belki arada bir kaçırdığım şikayetnameniz de olabilir. 16’ncısı olan bu şikayetnamenizde çok ilginç olmakla birlikte ilgimi çeken şikayet başlıkları gördüm. Elbette şikayetlerinizi etraflıca kaleme almak isteseydiniz, buralara sığdırmanız mümkün olmayacaktı.

    Ben bu kadar şikayet başlığı içinden birazcık hiçlik makamına değinmek istiyorum. Sizin de bildiğiniz üzere hiçlik makamına ulaşan, ancak meramını bu cahil halka anlatamayan Hallac-ı Mansur’u “Ene’l Hak” dediği için, haşa Allah’lık iddiasında bulunuyor diye katletmişlerdi. “En el Hak” demeyi büyük bir iddia sanıyorlardı. Oysa, bu büyük bir alçak gönüllülüktü. “Ben Hakk’ım” diyen Hallac-ı Mansur, kendi varlığını yok ettiği için, “En el Hak” diyordu. Yani “Ben yokum, hepsi O’dur, Allah’tan başka varlık yoktur, ben yalnızca yokluğum... “Hiç’im” diyordu.

    Gurur ve kibrin zıddı olan “hiçlik makamına” ulaşmak için; gönül almalı, güçsüzlere yardım etmeli, zayıfları ve gönlü kırıkları korumalı. Kaleminize ve yüreğinize sağlık ve mutluluklar dilerim. Cenab-ı Hakk, bizleri, hiçlik yolunda sırrı giz eyleyenlerden eylesin.
    Selam ve dualarımla.

    YanıtlaSil
  10. Hoş gelmiş ve gerçekten o kadar güzel manalar bırakmışsınız ki sayfama, size minnettarım Recep Bey. Çok teşekkür ederim. Allah'ın yüceliğinde kaybolmak, ne kadar güzel gelir kulağa bile bu söz, keşke o yokluğa layık olsak, kaybolsak onda...

    Yaratıcı er geç tüm haksızlıkların hesabını soracaktır.
    Hiçlik konusunda öğreneceklerim var daha, sonra düşünerek çalışmam gerek. Allah izin vereceği kadarını anlamak istiyorum. Ve Allah'ımda huzur bulmak tek dileğim artık.
    Gurur, kibir ne yorucu şeyler zaten. "Hiçlik yolunda sırrı giz eylemek"... Ne kadar değerli bir ifade...
    Selam ve saygılarımla, Allah'a emanetsiniz.

    YanıtlaSil

Whatsapp Button works on Mobile Device only

Aramak için kelimeni yaz ve ENTER'la