Mevlana Hz. Türbesi |
Ve aslında erenler, başta inanmadılar belki. Akıllarının durduğu; anlayıp görmeye en yakın bir halle hayran oldukları şeyin dehşetli güzelliğinden katılıp kalmaları. Anladıkları yüreklerinin üstünde bir yük oldu, kıyamete kadar taşıyacakları. Bildiklerinden mecburen süzerek insanlara yol göstermeleri.
Aslında tümünü anlatsalar da anlamazdı kimse onları. Anladıkları belki:
Allah'ın bölünmesiyle başladı yarattıkları, canından can buldular ruhları ve yazılanlar belli idi sayıları tekrar ve zamanı gelince bir bütünü oluşturacakları. Bir karınca bile eksik değildi bu sayıda, bir gök taşı bile fazla. Her şeye yetiyordu gücü yaratmak ve yazmak için; yoktu hiçbir araca ihtiyacı. Ama vardı Âlemleri yaratırken zorundalığı ve sonsuz sabrı. İmanın kaynağı oydu. Önce içlerimize nakşetti olacakları ve mecburen uyulacakları. Ne hissettilerse de insanoğlunun, uyduklarından ve uymak istemediklerindendi çırpınışları ve bu çırpınışlardan bile cezalandırılıp mükâfatlandırılacakları... Melekler vardı insanoğlunun olmalarından çok mutlu oldukları. Çok eminmişçesine anlatanları ve anlattıklarını, akıllarının isyanıyla reddedişleri... Her anladık sanmalarına rağmen yine de dünya’ya gönül vermişlikleri. Aldanışları, aldatışları, birbirlerinin hayatlarını zindana çevirmeleri... Sakatlıklar, kısırlıklar... Görüp inanmakta zorluk çekilenler... Görmeden görmüş gibi tüm güzellikleri tasvir edebilmeler…
Sonra, kısa yollara dönüşmüş gayretler, gittikçe daralan kısalan zamanlar. İnanmış ve seçilmiş sanıp kendini, hakiki iman sahiplerini sorgulayanlar, her an biraz daha yaklaşan kıyamet ve her şeyin bir rüya olma ihtimali... Çaresiz hissetmeler. Yokluk hiçlik bilinmezlik korkuları, boşuna çabalamaya benzer haller, nimetlerin zehre dönüşmeleri, hiçbir şeye sabredememeler. Boşuna yazılmamıştı hiç bir şey ve boşuna yaratılmamıştı var olan her şey. Nimetle belâ arasındaki ince çizgi, aklın zorlanmaları, nefsin kovuluşu, saflığın yeniden doğuşu... Hakikatin rücusuyla beyinde boşalmaya başlamış, tüm boşa harcanan zamanlara şahit olmuş yerler. Dizi dizi gelip hakiki yerlerine yerleşen gerçekler. Aklın şaşırmaması, yeni gelenleri geçmişten tanıması, biraz hazırlıksız yakalanması yine de imanla baş eğmesi... Kalan her yerini gerçekliğin kaplamasına az zaman kaldığını bilmesi, bundandır fazla endişelenmemesi.
Yaratılış sırrını öğrenince duyulan dehşet, dehşetin rahmetle yatıştırılması, rahatlama. Çekilenlerin nimetlere dönüşmesi. İnsanoğlunun yaratılmasındaki hikmet ve diğer tüm hikmetlerin açığa çıkması... Sezip, hala inkâr etmenin pişmanlıkları, geriye hiçbir yol kalmaması, boşuna çabalamalar. İşte o zamanın bu boyutta sona ereceğinin habercisi, kulakların ezelden tanıdığı için ancak kaldırabilecekleri o muazzam ses. Hesap zamanı... Ortalık toz duman, günahların ve sevapların bizzat işleyenler tarafından bir bir eksiksiz yazılımları. Alacaklar, verecekler kayıtta ve dökümde sarsılmaz nizam. İltimassız alışlar, alınması gereken hakların mecburî verilişleri. Günahların bedellerinin tahsilâtı... Üzüntü olmaması, iradenin yeniden hâkim olması.
Hakların hakiki manalarını anlayıp, yerlerine iadesinin mecburiyetini kabullenip hayıflanmanın manasızlığıyla yüzleşmeler. Zor gibi düşünülen şeylerin formülleşmiş seri çözülmeleri. Hayret duygusu ve tüm acıtan duyguların (türlü yaşanmışlıklardan) dünyaya has olduğunun ortaya çıkması... Huzur ve rahatlığın yavaş yavaş hakim olması, çözülen kendini salan bedenler, uçmayı ezelden tanıyan ruhların dansı. Nurlarına kavuşup hakiki yükselişleri…
Eğer bir yaşam varsa bundan ileri, bunun tadında ya daha da ileri, o yaşamla müjdeliyorsan bizleri, geçişi kolay olanlardan eyle yarabbi.
Ece Evren / İstanbul Kasım/2012
Ece ablacım dün gece 12 gibi okudum yazınızı tasavvufla ilgilandiğim için detayli bir kac defa okudum ve gölnümden şu dizeler döküldü sizinle paylaşmak istedim.
YanıtlaSilErenlerdi sevginin dili
Onlar değilmiydi Nebi'sinden geri
Hacı Bektaş almıştı tüm yurdu
Yunus idi sevgi ve hoşgörünün nuru
Mevlana'ydı tüm dönüşlerin yolu.....
Bu yazıyı çok önce yazmıştım.Tasavvuf en sevdiğim,içinde kaybolmak istediğim bir derya benim için.Ve bu deryanın ancak kenarlarından geçebiliyoruz.İçi kimbilir ne hale sokar bizleri.Yazdığın beşlik ne güzel..Tasavvufa gönül verenleri,yoluna baş koyanları Allah hediyesiz çevirmez.Yorumun için teşekkürler.Beni sevindirdin.Sevgilerimle ..Ece ablan.
SilSelam Ece,
YanıtlaSilTasavvuf (kültürü ve inanışı ve hatta dini fark etmez) insanın kendini ve evreni çözümlemesi için binlerce yıldır uygulanan bir sistem. Fakat ülkemizde her şey gibi tasavvuf da siyasallaştı. Onun bile ruhunu kaçırdık. Tasavvuf deyince akla aşırı İslam, yobaz, dinci gibi kavramlar akla geliyor. Umarım değerlerimizi aslına çevirebiliriz.
Merhaba Mustafa,siyasetin demokrasinin hakkını verme misyonundan başka hiç bir bekleneni olmaması gerekirken,maalesef en hassas konumuz olan inancımızın,olur olmaz atışmalarda değerine halel getirilmesi gerçekten çok üzücü.Oysa düşünürsek tasavvuf deryasında her zorluğun çıkışlara götüren ipuçları var.Yeter ki hulusi kalple inanarak değerlendirilsin.
Sil