Ayaklanma |
Çocuklar Hep Masumdur...
Sarayda keyifler kaçmıştır. Kadınların sıkıntısı basit gibi görünse de, olan bitenler bir şekilde onların çevresinde de dönmekte ve huzursuzluk yaratmaktaydı. Yeni şehzade ve tahtın varisi… Bir türlü bu gizemli durumun içinden çıkamıyorlardı. En çok da son şehzadeyi doğuran Toygül… Yüzü asık dolaşıyor, bu hâli ise; diğerlerinin ona sataşmalarına meydan veriyordu. Bu; nereden geldiği belli olmayan çocuk, eğer padişahın aklındaki veliahtsa, çocuğundan olacaktı. Bunun üzüntüsü Toygül’ün yüzüne yansımıştı. Şimdilik padişahın gözdesiydi ve ona hiçbir aksilik hissettirmemesi gerekiyordu. Her şeyi zamana bırakmaya çalışsa da cariyeler sürekli onu kızdırmaya çalışıyorlardı. Ruhsal durumu gittikçe kötüleşiyor ve bu korkunun altında eziliyordu adeta.
Toygül, o gece padişah horlamaya başlayıp; onun uyuduğundan emin olunca, yatarken komodinin üzerine bıraktığı iri yüzüğünü korkudan elleri titreyerek aldı. Usulca odadan çıktı. Valide anaya yalvarıp, çocuğunu görmek için izin istedi. O ise tereddüt etmesine rağmen “Ama hemen odaya dön, sadece birkaç dakika idare edebilirim” dedi. Yanına gidip çocuğunu uzun uzun öptü ve yüzüğün kapağını açtı. Biraz sonra yanına gelen valide ana onun orada uyuyup kaldığını zannederek odasına döndü. Sabahın seherinde ise, Padişahın yokluğunu fark etmediği Toygül’ün; cansız bedeni ile karşılaştı. Birazdan olan biteni padişaha anlatırken , onun yüzünde hiçbir ifade değişikliği olmadığını şaşkınlıkla izledi. Padişaha cariye mi yoktu? Ya da şoka girmişti. Bomboş bakıyordu valide anaya...
Halk, (köylü sınıfı) ağır vergiler altında ezildikleri için isyandaydılar.
Bunun farkında olmasına rağmen; padişahın halkıyla da ilgisi yok denecek kadar azdır. Bu nedenle de hiçbir düzenlemeye gitmeyip, aksine; vezir dâhil tüm erkâna olur olmaz emirler veriyordur.
Halkın bu direnişine gereken müdahaleyi yapmadıkları için, onları cezalandıracağını haykırıyordu. Herkes panik içindeydi. Kıyım başladı, ülke kötü günler yaşıyordu. Çocuklar hâlâ salgın sebebiyle, onar-yüzer ölüyorlardı. Bincan, her gece belli bir saatte ateşler içinde yanıyor, gece sabaha teslim olurken normale dönüyordu. Hekimlere, hemen yandaki oda tahsis edilmiş ve saatte bir kontrole geliyorlardı. Ancak bebek ağlamayı kesince sarayın içinde her şey normale dönüyordu. Padişahın suratı hep asıktı.
Halk oraya buraya koşuşturuyor, önlerine gelen her şeye zarar veriyorlardı. Onların arasında saçı-başı birbirine karışmış bir meczup, insanlar öldürüldükçe deli gibi gülerek “Padişah, sıra sana da gelecek; çok kişi ölecek çok…” diyerek dolaşıyor ama onu kimse umursamıyor, bazen de itekliyorlardı. Kendisini korumak için hiçbir hareket yapmıyor, sadece papağan gibi birkaç eklentiyle aynı sözleri tekrarlıyordu. Yanına yaklaşan bir köylü ona “Seni tanıdım, karın ölmüştü, çocuğun da mı öldü?” diye sorunca birden hiddetlenip adama saldırdı. “Hayır, o ölmedi, ölemez. Siz; padişah da dâhil, hepiniz ya ölecek ya da mahvolacaksınız…” diye bağırarak oradan uzaklaştı. Adam şaşkına dönmüştü ve birden saray askerlerinden birinin kılıç darbesiyle yere yıkıldı… Gece yarılarına kadar bastırılmaya çalışılan isyanın seslerini, gece hayvanların bağrışmaları kesiyordu sanki. Halk ve saray huzursuzluk içindeydi.
Sizlerden bir hafta uzak kalacağım. Sevgilerimle...
Ece Evren 17.07.2018
Aa tam heyecanli yerde kesildi tüh. 😍😍😍
YanıtlaSil😍 Habire emoji kopyalıyorum senden, helal et Derya...
SilKafam boş şu an ama bir bölüm hazırladım.
Gerçekten de heyecanlı yerde kesildi.Bekleyeceğiz artık napalım :( İyi tatiller ablacığım :)
YanıtlaSilDöndüm bile canım. İnsgramda sorun var, bir çözebilsem... Çok öptüm :)
YanıtlaSil